GM. Araştırmacı Yazar Çiğdem ALTUNDAŞ yazdı
Günümüzde, dünya nüfusunun belli bir kısmı açlık ve yoksulluk ile mücadele ederken diğer bir kesim ise fazla tüketim kaynaklı obezite sorunu ile uğraşmaktadır. Modern çağın sınırlı kaynakları ve bu kaynakların kullanım yöntemleri, kaynakların etkin ve adil bir şekilde yönetilmesi gerektiği konusunda tartışmalara yol açmıştır.
Gıdaya erişim durumları nedeniyle farklı problemlerle karşılaşan çağımız insanının gıdaya bakış açısı, gıdayı tüketme ve değerlendirme şekli büyük farklılıklar göstermektedir. Suya erişim problemi yaşayan ve açlıkla mücadele eden bireylerin yanı sıra, diyet programları, düşük kalorili yiyecek arayışı ve fazla tüketimin yarattığı atık sorunlarıyla karşılaşan diğer bir kesim de mevcuttur.
Bu bağlamda, ‘kıtlık ve obezite paradoksu’ uzun yıllardır sektörün gündeminde olmasına rağmen hâlâ çözüme kavuşturulamamıştır. Çözümsüzlüğün temel sebeplerinden biri, ekonomik gücü elinde bulunduran ve bu sorunun çözümünde etkin rol oynayabilecek ülkelerin sorunun merkezinde yer alıyor olmaları olabilir.
Sürdürülebilirlik hedeflerinin ön plana çıktığı günümüzde, ‘açlığa son’, ‘yoksulluğa son’ ve ‘kaliteli yaşam’ hedeflerini dile getiren Birleşmiş Milletler'e üye AB ülkelerindeki obezite oranları, genellikle düşük ve orta gelirli ülkelerle kıyaslandığında daha yüksektir. Bununla birlikte, bazı gelişmiş ülkeler, özellikle ABD (%36,2) ve Kanada (%29,4) gibi ülkeler, obezite oranları açısından AB ülkelerinden bile daha yüksek seviyelerdedir.
Türkiye’de ise obezite durumu çok daha vahim haldedir. En obez ülkeler listesinde %32,1 oranıyla ikinci sırada yer alan ülkemizde obezitenin temel nedenleri şunlardır: Yüksek kalorili, düşük besin değeri taşıyan işlenmiş gıdaların yaygınlaşması; günlük yaşamda fiziksel aktivitenin azalması, gıda arzı ve pazarlamasını düzenlemeye yönelik yetersiz veya etkisiz politikalar; sağlıksız gıdaların kolay erişilebilir olması ve kilo yönetimi ile sağlık eğitimi konusunda yeterli kaynak ve destek eksiklikleri.
Bu durumun yanı sıra Türkiye’de kıtlık sorunu da giderek büyüyen bir sorun haline gelmektedir. Özellikle su ve bazı temel gıda maddeleri açısından yaşanan kıtlık, iklim değişikliği, artan nüfus ve su kaynaklarının yönetimindeki sorunlardan kaynaklanmaktadır. Su kıtlığı, tarımsal üretimin düşmesine ve gıda fiyatlarının artmasına neden olmakta, bu durum özellikle düşük gelirli aileler için gıda erişimini zorlaştırmaktadır. Kıtlık ve yüksek gıda maliyetleri, sağlıklı beslenme alışkanlıklarını benimsemeyi zorlaştırmakta ve obezite gibi sağlık sorunlarının önlenmesini güçleştirmektedir. Ayrıca, gıdanın tüm bölgelere eşit ulaşamaması ve mevcut gıda kaynaklarının tükenmesi, küresel ısınma ve iklim krizi gibi faktörlerle de ilişkilidir. Doğal afetler gibi iklimle ilişkili olaylar, gıda kıtlığını daha da kötüleştirebilir. Bu bağlamda, etkili politikalar ve yönetim stratejileri geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, Sağlıksız veya yetersiz beslenme sonucu karşımıza çıkan iki kavram ‘obezite ve kıtlık’ yaşamlarımızı oldukça olumsuz etkilemektedir. Kıtlığın sebep olduğu yetersiz beslenme çocuklarda birçok hastalığa sebebiyet vermektedir. Erken yaşta başlayan sağlıksız ve fazla gıda tüketimi de benzer şekilde çocuklarımızın gelişimini olumsuz etkilemektedir.
kıtlık ve obezite paradoksu, modern dünyadaki kaynakların adil ve etkin yönetilmesinin önemini gözler önüne sermektedir. Gıdaya erişimindeki eşitsizlikler ve sağlıksız beslenme alışkanlıkları hem küresel hem de bireysel sağlık üzerinde derin etkiler yaratmaktadır. Bu sorunun çözülmesi için uluslararası iş birliği, sürdürülebilir politikalar ve ekonomik güç sahibi ülkelerin sorumluluk alması büyük bir önem taşımaktadır.
GIDA MÜHENDİSİ
ARAŞTIRMACI YAZAR
ÇİĞDEM ALTUNDAŞ